Görsel www.pnowlin.tumblr.com sitesinden alınmıştır. |
2009 yılıydı. Berlin’e geleli 1.5, Almanca’yı öğrenmeye başlayalı 2.5 sene olmuştu. Ama kendimi hala çok iyi ifade edemiyorum. Çok rahat konuşamıyordum. Öte yandan istediğim bölüme girmiş, okumaya başlamıştım. Yolculuğumda bana ışık tutan, içimdeki ışığı gören rehberlerimle karşılaşmaya başlamıştım yani. Bunlardan birisi, hatta benim için en önemlisi profesörüm Kiristin Wardetzky’di.
Kristin bir gün bana bir teklifle geldi. “Bir ilkokulda Odysseia Destanı projesi yapıyoruz, bir çok anlatıcıya ihtiyacımız var. Sen de anlatmak ister misin?” diye sordu. İstemez miyim? Havalar uçtum elbetteki.
Anlatıcılık
sanatı okuduğum bölümde süprizli bir şekilde karşıma çıkmıştı. Ben bu sanata
aşık olmuştum. Anlatıcı olmak istiyordum, ama tereddütlerim vardı tabii. “Yeteneğim
var mı? Varsa bile bunu hocalarım görür mü? Bana el verip, beni desteklerler
mi?” gibi sorular ruhumu kemirip duruyordu. Kristin’in bu teklifi bende bir umut
yaratmıştı. “Galiba ben bu işi yapabilirim.” demeye başladım. Benim için o
zamanlar hocalarımdan gelen bir işaret çok önemliydi. Ne de olsa “kendi
değerimi” görecek bir bakışım gelişmemişti henüz.
Sonra Odysseus’un
yolculuğunda hangi durağı kim anlatacak diye seçme yapmaya başladık. Bana,
Kirke’nin adasında yaşananlar ve
Odysseus ile adamlarının denizdeki canavarlar Skylla ve Kharybadis ile
mücadelesini anlatmak düşmüştü.
Önceki dönem
ilk masal hocam olan Suse Weisse’den hikâye anlatıcılığı eğitimleri almıştık.
Bu eğitimde öğrendiğim tekniklerle Odeysseus’un macerasında bana düşen bölümü
çalışmaya başlamıştım. Ön çalışmayı kendi kendime yapmam gerekiyordu tabii. Yaptığım
çalışmalarla hikâyemin imgeleri “içimde” canlanmaya başlamıştı. Onlarla yatıp
onlarla kalkıyordum. Kendi başıma çalışmam yetmiyordu ama. Çocukların karşısına
çıkmadan önce son aşamadan geçmek gerekiyordu. Yani Kristin’in karşısında
hikâyemi anlatmalıydım. Aslında bu bir zorunluluktan ziyade çalışmanın bir
parçasıydı. Hocamız bizi çalıştıracaktı. Ve prova günü geldi çattı.
Kristin
karşımda parıldayan gözleriyle beni izliyor ve başlamamı bekliyordu. Ağzımı
açıp hikâyeyi anlatmaya başladım. Üç cümle sonra sustum. Tıkandım. Anlatamadım.
Konuşamıyordum. Kristin şaşkın gözlerle bana bakıyordu. Bir yandan da derin
derin bakışlarıyla içimi görmeye çalışıyordu sanki. İçimde neler mi oluyordu?
Konuştuğum
dil anadilim değildi. 2.5 sene önce öğrenmeye başladığım ama doğaçlama hikâye
anlatabilecek kadar hakim olmadığım, yabancı bir dil işte. Hikâye anlatıyorsam
“edebiyat parçalamalıyım!” nede olsa! Yazılı kültürde şekillenmiş beynim bu
inancı kimbilir ne zaman yaratmıştı?
Peki ya
İMGELER! Hikâyenin imgeleri zihnimde öyle canlanmıştı ki adeta o sahnelerin
içinde yaşıyor gibiydim. Renkler, görüntüler, kokular, tadlar, sesler öyle
canlıydı ki sahnelerden kopamıyordum. Öyle ki içimdeki çocuk neşeli bir şekilde
o sahnelerin içinde dans ediyordu. Ve bana “Hadi anlat. 3 kelime de biliyorsan
fark etmez. Bu sahnelerde yaşıyorum ben, canlıyım, sen de canlısın. Kaç kelime
biliyorsan o kadarıyla anlat.”diyordu.
Bu çocuğa inat içimdeki gestapo yetişkin
“O imgeleri süslü cümlelerle anlatamazsan olmaz. Edebi bir dil yaratman
gerek! Şimdi hikâyeni en güzel şekilde ifade edemiyorsan SUS daha iyi.” diyordu.
Sağ ve sol beyin yarım kürelerim böyle kavgaya tutuşmuşken bir türlü ağzımdan o
imgeleri anlatacak kelimeler çıkmıyordu. Söze takılıyordum. Söz benim engelim
oluyordu. Bir savaşın ortasında kalmıştım sanki. Anlatmaya çalıştığım hikâyenin
canavarları Skylla ve Kharybadis ruhumu ele geçirmeye çalışıyordu adeta. Bense bu
anafordan nasıl kurtulurum diye çırpınıyordum.
Öte yandan kendimi çok çaresiz hissediyordum. Kaçıp gitmek istiyordum.
Kristin onun
karşısında yaşadığım tüm bu içsel çatışmaları görmüş olacak ki, bana sadece
tatlı tatlı gülümsüyordu. Onun gülümsemesi beni rahatlatıyordu. Ama
anlatamamaya devam ediyordum. Kilitlenmiş bir halde karşısında duruyordum.
Kiristin;
“Hadi kendi anadilinde anlat önce.” dedi. Bense “Nasıl yani, ama beni anlamaz ki, anlamazsa
nasıl çalıştıracak? Çok saçma bir teklif.”diyerek çoktan kendimle konuşamaya
başlamıştım bile. Bu konuşmalar devam ededursun ben yine de anlatamıyorum. Kristin’de
öte yandan ısrar etmeye devam ediyordu. Kaçıp gitmeyi tercih etmediğim için
sonunda mecburen anlatmaya başladım. Gördüğüm imgeleri Türkçe kelimelerle anlatmaya
çabalıyordum. Bir baktım ki o da ne! Kristin karşımda öncekinden daha neşeli
oturuyor. Kendini kaybetmiş beni seyrediyordu.
Anlatmam
bitince, “Bak dedi, gördün mü yapabiliyorsun. Hikâyenin imgelerini çok canlı
sende. Ama sen söze takılıyorsun. Anlatıcılık da önce İMGE vardır. Sonra SÖZ.
Sen imgelere yeterince özen göstermezsen söz de seni terk eder. Seni söz değil
imgeler taşır. İmgeler canlı olursa söz de onlarla beraber coşar zaten. Sözden
değil imgeden doğar anlatıcılık. Sen bunu çok iyi yapıyorsun zaten. Kendini
imgelerinin gücüne bırak. Söze takılma. İlerde anlatıcılıkta ustalaşınca söz
üzerine daha yoğun çalışırsın. Ama şimdi değil. Şimdi sadece imge gücünü
besle.” dedi.
Deniz
canavarları Skylla ve Kharybadis arasında kalmıştım sanki. Ruhum anlatmaya
çalıştığım hikâyenin bir parçasını birebir yaşıyordu. Odeysseus altı adamını
Skylla’ya kurban etmişti. Bu savaşta ruhumun hangi parçaları koptu? Neyi kurban
ettim bilmiyorum? Bildiğim tek şey ruhumun açık denizlerindeki Skylla’nın yemi
olmaktan, Kharybadis’in anaforuna kapılmaktan kurtulduğum idi. Canavarları
arkamda bırakmıştım. Güneş çıkmış, yelkenlim tatlı tatlı salınıyordu.
Kiristin
şefkatli bakışlarıyla gökyüzünden beni seyreden bir tanrıça gibiydi. İçimde
olan biten herşeyi görmüştü sanki. Zihnimin seslerini duymuştu. Kristin’in
sıcacık sözleri karanlığı aralayan güneş gibi olmuştu. Sıcacık bakışları içimi
ısıtmıştı. Açık denizde canavarlarla savaşma gücü vermişti bana. O gün prova
çok iyi geçti.
Üç gün sonra
hikâyemi anlatmak için çocukların karşısındaydım. Hikâyemi bildiğim Almanca kelimelerle
anlatmaya başlamıştım. Yaşayarak anlattım. Sözcükler dudaklarımdan dökülmeyince
çocuklardan yardım istedim. Ve sonunda korktuğum şeyi başardım. Çocuklar
hikâyemi çok sevdiler.
Kristin önce fırtınalı, karanlık denizde güneş gibi açmıştı. Canavarlarımla savaşımda bana destek olmuştu. Güç vermişti. İçimdeki fırtınaları dindirmişti. Sonra tatlı bir yel olmuş, yelkenlime üflemişti.
Ve o
yelkenli açık denizlerde yüzmeye başladı. Şimdilerde ne zaman ruhumda fırtına çıksa, hava
kararsa, hocam Kiristin gelir aklıma. Böylece sallanırım dalgalarda,
parçalanacak gibi olurum bazen ama güneşin çıkacağını bilirim hep. Bu da bana
dayanma gücü verir. Daha çok yollar, daha çok yolculuklar yapma inancı aşılar.
İyi ki çıkmışım yola dedirtir.
Sevgili
hocam şimdi kilometrelerce uzağımda da olsa, varlığını hep yanımda hissediyorum.
O benim varlığım aracılığıyla öğrencilerime ulaşıyor. Ve öğrencilerimden
kimbilir kimlere. Işık dünyaya böyle saçılıyor. İnsandan insana. Elden ele.
Temastan temasa…
***Anlatım Sanatında İMGE ve SÖZ üzerine yazmaya devam edeceğim...
***Anlatım Sanatında İMGE ve SÖZ üzerine yazmaya devam edeceğim...
Anlatmak ya da anlatmaya çalışmaktı çocukluğumdan beri yaptığım. Hayalim olduğunu bunu severek yapmak istediğimi yeni fark ettim. Önce sadece okudum ama okuduklarımın ruhu yoktu gördüm. Roman okurken bile bazen sesli okurum ve okurken adeta yaşarım. Fakat ağustos böceği ile karıncayı okurken sözüm ona masal anlatıcılığı yapmaya çalışırken kendimi ağustos böceğinin yerine koyamamışım gördüm. Hayatımda biriktirdiğim değerli insanların tezahuratları biraz yanılttı beni, oldu sandım ama olmadığını hissediyorken sizin yazınızla karşılaştım. Bildiğim dilde ana dilimde bile anlatamayan bana siz bir Kristin oldunuz... Güneşin çıkacağının umudunu verdiniz ve en önemlisi çalışmam gerektiğini hatırlattınız. İçimde var olanı çıkarmak istiyorum sizin ışığınızla...
YanıtlaSilMerhaba, aktif bir blog kullanıcısı olmadığım için yazdıklarınızı yeni gördüm. Deneyimlerimi aktarmaya çalışıyorum, bu paylaşım size de bir ışık tuttuysa ne mutlu bana :) Yakında tanışmak ümidiyle.Sevgiler
Silmerhaba, istanbulda en erken ne zaman masal anlatıcılığı eğitimi düzenleyeceksiniz? :=)
YanıtlaSilMerhaba, notunuzu şimdi fark ettim :( Bu dönemin son, Masal Evi'ne Giriş eğitimini 7-8 Mayıs'ta yapacağım ve 1 kişilik yerimiz kaldı. Ayrıntılara www.facebook.com/seibaanlatimerkezi adresinden ulaşabilirsiniz. Yakında tanışmak ümidiyle.Sevgiler :)
YanıtlaSil